Post-fuar dönemi



İnsanların ülkelere değil kentlere seyahat ettiği, ülkelerin kentleri aracılığıyla rekabet etmeye başladığı zamanlarda kentler de ‘kültür kenti’ olup, ‘yaratıcı sektörleri’ kendine çekip zenginleşmenin gayreti içinde. Fena fikir değil tabii. İzmir, şimdilik gerçekçi davranıp ‘küresel kent’ olmaktan önce ‘bölgesel bir çekim merkezi’ olmayı hedefliyor. Akdeniz’in bir kıyısında da Afrika kıtasının bulunduğunu bilerek belirlenmiş, iyi bir hedef.
Uluslararası bir ilgi odağı olmak isteyen kent, ne yazık ki İzmir Fuarı da anlamını yitirdiğinden bu yana, ulusal kültür gündeminde kendine bir yer bulamıyor. Neden burada hiçbir şey olmuyor, diye uzaktan hayıflandığımız kentlerden biri. Aslında tabii ki bu kentte de yaşayan ve çalışan sanatçılar ve kendi izleyicisi olan tiyatrolar, sergi salonları, konser mekânları var. Ama daha çok içine kapalı bir ekonomi gibi, sadece kendi üretimini, kendi izleyicisine sunan bir kültür ortamı İzmir’deki. Üstelik, o izleyicinin sayısı da kentin büyüklüğü düşünüldüğünde kimsenin gözünü doyurmuyor. Acaba etkinlikler izleyicinin gözünü doyuruyor mu, bunu da düşünmek lazım. Çalıştay sırasında en çok dile getirilen, iki büyük proje, Belediye’ye bağlı İzmir Şehir Tiyatrosu’nun kurulması ve Karşıyaka’da yapılması planlanan görkemli opera binasıydı. Belli ki kentin kültürel öncelikleri Cumhuriyet döneminin kültür politikalarındaki aksaklıkları gidermeyi hedefliyor. Ama ne yazık ki başrolü tiyatro ve klasik müziğin üstlendiği bu kültür politikası, güncel hayata yeterince karşılık gelmiyor. Küçük sanat insiyatiflerinin, disiplinlerarası çalışmaların, uluslararası festivallerin buluşmaların, konserlerin ve hatta partilerin de (yani işin eğlence yanını hiç küçümsemeden) kendini gösterebildiği bir ortam belli ki artık daha çok ilgi çekiyor. Bu atmosferin oluşma koşulu ise ‘bağımsızlık’. Belediye bütçesinden medet ummadan, belki sadece ‘kolaylık’ umarak gayret gösterecek yeni aktörler ortaya çıksa, yani K2 gibi insiyatifler çoğalsa diye umalım.
Bir dönemi kapatan tüm kentler gibi, İzmir de hafif telaşlı; kendisi için yeni bir gelecek tanımlamaya çalışıyor. Liman civarındaki artık kullanılmayan depoları, fabrikaları ve pek az kentin sahip olduğu, içindeki işlevini kaybetmiş bir sürü yapıyla tam merkezde duran devasa bir parkı var. Eski ekonomiden ve yaşam biçiminden geriye kalanları, yeniden tanımlarken iyice düşünüp en iyi çözümleri bulmaya çalışmaları kent için bir avantaj.

Bir başka avantaj da tabii ki gençler. 1980’lerin İzmir’inde benim hatırladığım iki galeri var, Vakko ve Esbank. Şimdi galeri sayısı 24. Acaba gençler, hangi önemli sanatçıları izliyor bu galerilerde? Onu bilmiyorum ama ben kendi adıma Ahmet Adnan Saygun Konser Salonu’nun galerisinde güzel bir sergi gördüm. Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü öğrencilerinin ve mezunlarının çalışmaları kentin başka yerinde hissetmediğim bir enerjiye sahipti. Bölüm Başkanı Prof. Mümtaz Sağlam’ın küratörlüğünde tekniği, konusu, duygusu yerli yerinde, güncelin gayet farkında resimler bir araya gelmiş. Bu sergiden mesela Arzu Oto’nun hüzünlü manzaralarını, ve Sema Kayaönü’nün küçük ‘kağıt kesme’ resimlerini umarım fırsat olur da İstanbullular da görür.


Not: İzmir’deki bu gelişmelerin üstüne ‘darısı Ankara’nın başına’ dememek olmaz.

CEM ERCİYES
Radikal Kültür Sanat

0 yorum:

Post a Comment