Çalışmak! Araştırmak! Yazmak!
Düşünce alanında her zaman yeni, değişik ve farklı olanın peşinden koştum. Bunun beni ve içinde yaşadığım toplumu daha özgür ve mutlu kılmada işe yarayabileceğine inandım!
Sorbonne'daki öğrencilik yıllarımda (1970'ler) önce sinemayı, tarihini, estetiğini, kuramlarını ve televizyonu keşfettim. Bütün bunlar yetmeyince sinema göstergebilimine sardım. Bu yüzden dilbilim ve psikanalizi hatmetmek durumunda kaldım. Bütün bunları -günün birinde- Türkiye'de 4/4'lük güzel filmler üretecek bir sinema sektörüne kişisel katkılarım olabileceği gibi naif bir düşünceyle yaptım çünkü öğrenciyken ağzımın suyu akarak seyrettiğim yüzlerce yabancı filme eşdeğerli özgün filmlerin kendi ülkemde de üretilemiyor olmasından rahatsızlık duyuyordum. Bilinçli bir seyirci olmaya başladığım günlerde beni az çok heyecanlandıran ilk film (Y.G.) 'Umut' oldu. Sonraki yıllarda çok fazla heyecanlandığımı söyleyemem ('Muhsin Bey', 'Zıkkmın Kökü' ve belki daha birkaç film dışında).
Neden sorusuna bulabildiğim ilk yanıt Türkiye'deki film üreticilerinin genel kültür, bilgi birikim düzeylerinin benim tanık olduğum standartların çok altında olması ve sinema sanatının hakettiği düzeyde ciddiye alınmamasıydı. Bu iş günümüze kadar böyle sürüp geldi.
Bugün ciddi bir sinema sektörü olmadan Türkiye'de Ulusal bir Sinemanın varlığından söz edilebileceğine inanmıyorum. Son 20 yılda olduğu gibi Türkiye'de yalnızca film yapan insanların varlığından söz edebiliriz. Bu iş için genel kültür düzeyi oldukça yüksek bir Ulusal Burjuvaziye ihtiyaç var. Böyle bir potansiyel kesim olmasına karşın ona ait özgün bir kültürü ufukta henüz göremiyorum. Sinemanın estetik ve teknik açıdan bir sıçrama yapması konusunda televizyondaki fiksiyon üretiminin belli bir düzey ve olgunluğa erişmesini beklemenin de bir yararı olabilir!
Öğrencilikten öğretim elemanlığına 20 yılı aşkın bir süre önce geçtim. Bu yıllar boyunca Ne olacak Türkiye'deki bu sinemanın hali? demedim! Oturup çalıştım (bu arada artık bir kısmını bugünlerde beğenmediğim 10 kadar uzun metrajlı gün yüzü görmemiş senaryo yazdım!) Önce sinema, daha sonra sanat ve kültür alanlarında, yepyeni bilgiler üretmeye çalıştım. Çok-disiplinli (pluridisciplinaire) bir araştırma sürecinden geldiğimden, bu yaklaşımı bugünlere kadar sürdürerek herkesi ilgilendirebilecek türden araştırmalar yapmaya çalıştım. Bulduklarımla (tabii bunlarla ilgilenecek!) gelecek kuşakların boşa zaman yitirmelerini önlemeye çalıştım, çalışıyorum.
Son 10 yıldır yapmakta olduğum çalışmalara dayanarak Dünyamızda Kapitalizm öncesinde de Evrensel bir kültür bulunduğu savını (Mauss, Malinowski, Baudrillard, Polanyi, Duby, Braudel, Berkes, Ülgener, Boratav, vb isimlerin de katkılarıyla) Osmanlı/ Türkiye özelinden yola çıkarak belgelemeye çalışıyorum. Bu evrensel kültürün pek çok versiyonu (Avrupa, Asya, Afrika, Amerika, Avustralya, vs) ve alt-tipleri olduğunu görüyorum. Tarihin Armağan/Potlaç/Karşılıklı Yükümlülük, vb terimlerle ifade edilen ilkel toplum düzeninden yola çıkılarak Evrensel boyutlarda yeni baştan yorumlanması gerekiyor! Marx -diyalektik materyalizm- yanılmışsa canı sağolsun! Bizler ne güne duruyoruz? Osmanlı konusunda bu yeni yorumlamanın bir ilk versiyonunu (Baudrillard'ın Simülasyon kavramından da yararlanarak) sundum. Bu konudaki çalışmalarım sürüyor.
Sanırım bütün bu çalışmalar Türkiye gibi bir ülkenin insanları, özellikle de (bu alanlarla ilgili) akademisyenler, üniversite öğrencileri, 'entelektüeller' için genelde pek bir anlam ifade etmiyor. Genç kuşaklara Dünyaya Türkiye'den de sıra dışı işler yaparak yararlı olunabileceğini; İzmir'de yaşayıp -başka alanlarda olduğu gibi- dünya standartlarına uygun hatta üstünde çalışmalar yapılabileceğini, elimden geldiğince göstermeye çalışıyorum. Cumhuriyetin kurulmasıyla başlayan ancak Ulusal Burjuvazi devreye bir türlü giremediği için tamamlanamayan bir kültür ve zihniyet devriminin gerçekleşmesini beklerken belki de boşuna debeleniyorum.
Bu metni okuma zahmetine katlandığınız için teşekkür ederim.
Oğuz ADANIR
(İzmir, Mayıs 2001)